Yönetmen ve yardımcı yazar Todd Phillip’in çektiği yeni Joker filmi izleyiciler tarafından çok beğenildi. Hatta birçok kişi, bunun en iyi Joker filmi olduğunu söyledi. Bu filmi diğer Joker filmlerinden farklı kılan şey, kötülüğün dönüşümünü görmemiz.
Joaquin Phoenix, 1980’lerin başında Gotham şehrinde acıklı bir hayata sahip yalnız ve komik olmayan bir komedyen olan Arthur Fleck’i canlandırıyor. Arthur, yaşlı annesi Penny (Frances Conroy) ile birlikte bir dairede yaşıyor. Palyaçoluk yapan Arthur, birçok zorbalığa maruz kalıyor ve her şeye acı kahkahalarıyla karşılık veriyor. Kahkahalarının sebebi ise çocukken maruz kaldığı işkenceler sebebiyle gerçekleşen nörolojik bir etki.

Film 18 yaş üzeri psikolojik ve ağır bir dram filmi. Filmin 18 yaş altı için ağır veya etkileyici bir yönünün olmadığını düşünenler olsa da gerçekten etkileyici ve ağır sahneler var. Arthur’un acı kahkahaları bile derdinden sarsıyor insanı. Filmde çok fazla fiziksel şiddet olmamasına karşın psikolojik şiddet çok fazla ve kötülerle empati kurmaya zorlanıyoruz. Bir noktada neyin iyi neyin kötü olduğu bulanıklaşıyor. Özellikle de Arthur’un, çevresindeki bütün insanlar tarafından aşağılanması ve çocukluk travmaları, bize aslında kötü bir karakter olan Joker’i sevdiriyor. Ancak filmde Joker’in kişisel mücadelesinin toplumsal bir mücadele haline dönüşmesi garip görünüyor. Tabii bütün bunlar Joker’in kafasında değilse.
Filmde de gördüğümüz gibi Joker, psikiyatri servisinden yardım alan ve ilaçlar kullanan bir hasta. Komşusu Sophie(Zazie Beetz) ile yaşadıklarının hayal ürünü olduğunu görüyoruz. Bu nedenle filmin ne kadarının gerçek ne kadarının aslında Joker’in kafasının içinde olduğunu kestirmek güç oluyor ve bu konuda birçok teori var.
Yaşananlarının Joker’in kafasında olduğunu düşündüren şeylerden biri de babası sandığı Thomas Wayne ile arasındaki yaş farkının çok az olması. Ayrıca Wayne’yi ve ailesini öldüren kişinin Joker maskesi takıyor olması, bu fikri destekliyor. Ayrıca filmin sonunda beyaz bir odada güldükten sonra neye güldüğünü soran doktora ‘Aklıma komik bir şaka geldi.’ diyen Joker’in aslında ilk sahnelerde girdiği buzdolabının içinde ölmüş olabileceği ve odanın beyazlığının da aslında ölümü temsil ettiği düşünülüyor. O kadar çok ihtimal var ki neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu kestirmek zor. Film boyunca gösterilen her şey gerçek olabilir ancak bu ihtimali zayıflatan şey, Joker’in yalan söyleyen ve yanlış hikayeler anlatmayı seven bir kötü karakter olması.

TV sunucusu Murray Franklin (Robert De Niro)’i öldüren Arthur’un programdaki rahatlığı da her şeyin onun hayal dünyasında olduğunu düşündürüyor.
Metroda öldürdüğü beyaz yakalılardan dolayı Gotham şehrinin ayaklanması, şehirdeki ekonomik ve sınıfsal uçurumu gözler önünde serse de bu sahnenin gerçekliğinden emin olmak da pek mümkün değil. Belki de metrodaki cinayet sahnesinden itibaren her şey kurguydu. Joker onları öldürmeyi ve devamında gerçekleşen her şeyi yalnızca kendi hayal dünyasında yaşadı.
Film, tamamen bir şaka da ola gerçek de olsa oldukça etkileyiciydi. Bundan sonra Joker’e bakış açımızı değiştirebilecek ve sarsıcı bir filmdi. Komedyen olmaya çalışırken gerçek bir kötüye dönüşen Joker’e yakın bir bakış niteliğindeydi. Joaquin Phoenix’in, çok gerçekçi ama karakterin aşırılığına rağmen abartıya kaçmayan ve bize kahkahalarının ardındaki acıyı ve kötülüğü hissettirebilen harika bir oyunculuk performansı vardı film boyunca.
Bu film, Arthur’u tanıtan ve Joker’in geçmişine, aslında nasıl Joker olduğuna değinen ilk Joker filmi. Tabii her şey bir şaka değilse.